KORONA VİRÜSÜ, BEYNİMİZ VE FOK BALIĞI BADEM

S. Vedat Karaarslan Arkeolog- Y. Mühendis

Bana göre bir ülkenin gelişmişliğinin en büyük ölçütü olan vatandaşlarının beyin anatomik yapısında bulunan nörotransmitterler ve sinapslarına ilave olarak son COVID 19 salgını ile ortaya çıkan gelişmeler kapsamında ortaya çıkan antijen 'virüs' leri yok edecek ve vücudumuzda yani kanımızda dolaşan bağışıklığımızı sağlayan 'antikorları' da ilave ediyorum.

Nörotransmitterler ve sinapslar beyin nöronlarımızın birbirleri ile ilişiğe geçerek belki de mazide kalan bir korku, anı ya da bir tecrübenin tekraren hatırlanmasını sağlayacak önce zinde bir beyindeki oksijenle dolu miyelin tabakası olgunlaşmış nöronların elektriksel olarak uyarıldıktan sonra ise kimyasal salgı yayarak bilgi aktarılmasını sağlayan beynimizdeki iletişim yollarıdır.

NÖRON

Beynimizde bulunan gerek nörotransmitterler gerek sinapslarımız, gerekse kanımızdaki antikorlarımız bizi N. Atsız'ın ulvi sözündeki;

'Arkasında olmasaydı bir mazi,

Bu milletten çıkar mıydı bir büyük Gazi'

diyecek kadar ulvi bir tarihin genetik kodları ile dolu şanlı bir mazinin tarihi olduğu kadar 'tıp'  tarihine de katkı sağlayan kimyasal izler taşıması açısından büyük önem taşır.   

Antikorlar da aynen beynimizdeki nörotransmitter ve sinaps yolları gibi vücuda giren virüs gibi antijenlere saldıran akıllı hücreler olarak, vücudumuza dışarıdan giren virüs, bakteri gibi antijenlere saldırarak onları makrofaj dediğimiz proteinlere ikram eden damarlarımızda dolaşan kan gibi bize asalet ihsan eder.

Nasıl ki beyin yapımız içinde bir otomobilin gaz pedalı gibi çalışan 'glutamat' gibi uyarıcı ya da fren pedalı gibi çalışan 'gaba' gibi önleyici yöntem ile çalışan nörotransmitter kimyasallarımızla birlikte 'asetilkolin' 'serotonin' ya da 'dopamin' kalitesi bu kimyasalların döküldüğü sinaptik boşluklarının sayısı beynin kendisini yenilenmesi anlamında 'nöroplasite' sağlarsa, bağışıklığımızı sağlayan 'antikor' ların kararlılığı ve direnci de bizi virüs gibi 'antijen' ler gibi dış tehlikelere karşı koruyan önemli savunma mekanizmalarının ortak adıdır.

NÖROTRANSMİTTER VE SİNAPS

Vücut ağırlığımızın %2 si olan ancak enerjimizin %20 sini harcayan beynin enerjisi protein ve glikozun yanı sıra içinde birçok besleyici madde olduğu kadar oksijen de içeren ve vücudumuzdaki oksijenin beşte birini kullanan günde 1000 litre 'kan' ve böbreklerin en büyük sorumlu olduğu elektrolitik dengeyi sağlayan beyine saatte yaklaşık 36 litre 'su' gider.  

Öyle ise beslenme ve spor yapmaya dayalı kimyasalları kaliteli asil bir 'kan' ve günde 8 ila 12 bardak arasında 'su' içmek, uyarılan nöronlarımızın yaydıkları nörotransmitterler üzerinden sinaps boşluklarını doldurarak aksonlar üzerinden dendritlere ulaşarak bir sinir lifi üzerinden beynimizin merkezi işlemci birimi olan 'talamus' a ulaştıktan sonra 'hipokampus' un uyarılması ile başlayan duyusal akışın bütün vücuda yayılması ile ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal davranış modelimizin içinde vücudumuza bir antijen olarak giren 'virüs' ler ile biyolojik olduğu kadar psikolojik yönden de bir ilişkisinin olması gerekmez mi?

Bugünlerde TV lerde beyin yada nöroloji ve virüs arasında ilişki yok diyenleri bir tarafa bırakarak bu bağlantının kanda bulunan 5 adet immunoglobulin denilen antikorun içinde bulunan bebeğe plesanta halinde iken anneden geçerek bebeğe ilk aylarında 'bağışıklık' kazandırarak antijenlere karşı koruyan IgG antikoru tipinin Beyin Omurilik Sıvısının içinde nasıl rol oynadığını Multiple Skleroz hastalığına neden olabilecek rahtsızlıkların ortaya çıkarabileceğini antik Mısırlılara kadar uzanan bir tedavi şekli ile Edwin Smith papirüsü üzerinde mimar/devlet adamı/doktor Imhotep'in  yazdıkları ile bilindiğini izah etmiştim.

Demek ki beynimizin çalışması kandaki IgG seviyesinin ne kadar olduğu günde 1000 litre kan ile beslenen beyin için bir orantısal fayda sağlarken diğer yandan da 'bağışıklığı' da artırarak virüslere de karşı bir savunma duvarının oluşmasını da sağlayabiliyor. Koronanın tedavisi için konuşulan 'uzaklaştırma, ayırma anlamına gelen aferez (apheresis) yöntemi ile kandaki antikorların plazma olarak alınması işlemi de 1900 lü yıllardan bu yana bilinen başta bu IgG antikorları olmak üzere diğer sağlam antikorlarla diğer tıbbi değerlendirmeler yapılarak virüs kapmış hastanın kanına enjekte edilmesinden başka bir şey değildir. Bu değerlendirmelerin biyolojik karşılığı corona virüsünün sinir sitemine saldırı yapabileceğine yönelik bulguların özellikle beyinde iltihaplanma olarak bilinen 'ensefalit' hastalığına etkisi tartışılmakta [1] ve bir vaka tespit edildiği bildirilmektedir. [2]   

Bütün bu izahatların biyolojik yönüne ilave olarak psikolojik ilişki ise salgının yayılmasını önleyebilmenin en büyük iradesi olarak ortaya çıkan 'evden dışarı çıkmaya' karşı direniş olarak beyinlerde oluşan bir 'savunma' psikozunun ortaya çıkıyor olması olarak açıklanabilir.

Yukarıda adı geçen beynimizin bir bilgisayardaki merkezi işlemci birimi olarak çalışan talamus, ön korteks dediğimiz alnımıza kadar ulaşan serebral korteks (sensory cortex) kısmındaki bilgileri toplayarak dışarıya akseden davranış modelimizi belirlerken bazı durumlarda da sensory thalamus bilgileri serebral cortex bölümüne uğramadan direkt olarak duygusal hafıza ve tepkilerin sorumlusu 'amigdala' dediğimiz organa iletebilir. Unutmayalım ki amigdala aynı zamanda nörotransmitter dediğimiz kimyasalların salgılanması ile de sorumlu yani neşeli, öfkeli, heyecanlı olmamızı ancak merkezi işlem birimi olan talamus süzgecinden geçerek ayarlayabilen ancak sensory thalamus dan direkt gelen sinyaller ile ise psikolojimizi 'anlık kararlar alarak' bozan 'badem' anlamına gelen küçük bir bademe benzeyen bölüm ile halledebilir.  

Biyolojik olarak sensory thalamus ile badem meyvesine şeklen benzeyen amgydala arasındaki yol üzerindeki nöronların daha aktif olmasından kaynaklanan bu durum beyindeki görme veya duyu alanına ulaşmadan direkt olarak talamusun gönderdiği bilgiler ile amigdalanın verdiği sinyallere göre davranış sergileyen insan davranış modeli motorunda beyin nöronlarının da sağlıklı çalışması gibi gerekli olan oksijeni havadan alamayarak yakıtını yakmadan dışarıya direkt olarak eksozdan duman atmaya çalışan bir otomobilin trafikte yol almasına benzer. Motor kalitesizliğinden dolayı yakıtın yakılamadan dışarıya atılmasındaki olumsuzluk ne ise oksijensiz bir beyninde  dışarıya verdiği negatif enerji aynı fonksiyonel ve fiziksel etki yaratır.

Bu durum, elektronikte genellikle akım ya da gerilim bölünmesi olarak faydalı bir iş olarak kullanılan 'kısa devre' anlamında 'şönt' devre denilir ki beyinde ise bu faydalı durumun tam tersine biyolojik olarak gerçekleşen benzer bu olay sonucunda dışarıya psikolojik olarak yansıyan  'beynin kısa devre yapması' ya da 'kan beynime sıçradı' deyimlerinin davranışsal sonuçlarını ortaya çıkarır.

                                             

                                                            BADEM

Didim ilçesinde 2006 yılında ilk kez görülen ve Muğla ilimizde 2010 lı yıllarda bir görünüp bir kaybolan ancak şimdilerde nerede olduğunu, yaşayıp yaşamadığını, üreyip üremediğini bilemediğimiz bir fok balığına adını verdiğimiz 'badem' belki de denizlerdeki tükenmişliği ifade edecek şekilde çevre kirliliği nedeniyle adlandırılmış olduğunu düşünürken daha önce yazdığım Tibet buzullarının [3] iklimsel sıcaklığın artıyor olması sonucunda eriyecek olması sonucunda ortaya çıkacak çevre felaketinin binlerce virüsü ortaya çıkararak insanlığın geleceğini tehdit etmesi yıllar önce bir bisküvi markasının reklam sloganı haline gelen 'badem biter, adem gider' sözü ile bu şirin fok balığının kayboluşu ve beynimizdeki bademin (amigdala) biyolojik olarak şönt edilmesinin virüsün yayılmasına karşın insanlığın yaşamına dair her gün yaşamakta olduğumuz psikolojik çıktılarının bir kez daha değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar.

Korona virüs olayının temelinde de insanoğlunun prehistorik dönemlerinden Sümerlerin m.ö. 3200 de yazıyı bulmalarından bugüne kadar bütün tarihinde elektronik devrelerde çok işe yarayan ancak beynimizde hezeyanlara neden olan ister denizlerimizdeki fok balıkları adına 'badem' ler olsun, isterse beynimizdeki 'amigdala' yani 'badem' olsun, hep bu kısa devre  yani şönt olayı yatar.   

Bu tarihsel, biyoloji ve psikoloji değerlendirmeler bizi mikrobu ilk kez tanımlayan İtalyan Fracastoro'nun (1476-1553) ülkesinde halen salgın halde bulunan korona virüsüne karşı daha organize bir çalışma yapıyor olmaları gerektiğini düşündürür. Buna karşın Fracastoro'dan yaklaşık 400 yıl sonra O'nun öğretileri ile bakteriyoloji bilimini geliştirerek kuran Robert Koch (1843-1910) geleneğine sahip Almanya'nın daha organize olarak başarılı olması daha fazla test yapıyor olmalarına bağlanırken, çiçek aşısının bulunmasına yaptığımız evrensel katkılarımız, bizleri de bu alanda tarihi bir sorumluluk üstlenmeye zorluyor.

ARKEOTEKNO

KAYNAKLAR   

[1] https://www.encephalitis.info/blog/covid-19-and-encephalitis-podcast

[2] https://www.thailandmedical.news/news/breaking-news-coronavirus-can-also-attack-the-nervous-system,-causing-neurological-conditions-and-even-viral-encephalitis

[3] http://www.arkeotekno.com/pg_457_insanligi-tehdit-eden-antik-virusler-buzullarda-mi-gizli

[4] Eric Jensen, Brain based Learning, Teaching with the brain in mind. Corwin Press, 2008