AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRİLEMEMESİNİN SORUMLUSU NASIL BULUNDU?

Hikaye bu ya, bir gün azledilmesi istenen bir teknokrat konusunda uzman ve tecrübeli olarak daha önce ülkede ilk kez uluslararası alandaki konuları gündeme getirmesi ile bilinen tercüme yapılması da dâhil olmak üzere yayımladığı çalışmalarını ülkenin köklü ve o kadar da eski bir okulunda akademik seviyede ve uluslararası alanda 'usta' olabilme haline getirmeye çalışırken bu köklü eğitim kurumunun personelinden tanıdığı bir memur söz konusu eğitim kurumunun ofisinde bu teknokrata 'siz herhalde bir şey olacaksınız, size bir görev verecekler sanırım (!) sizin kurumdan bize sizin hakkınızda bir yazı geldi’ demez mi?

Teknokrat çalıştığı kurumun bir hinlik yapmak istediğini anlamıştı.

İşin buraya kadar uzatılacağını hiç düşünmezdi ama her bir yeni dönemin işaretleri olarak kifayetsizliğin ve muhterisliğin zirve yaptığı bu gibi dönemlerde 'kalemin kimin elinde olduğu' önemli değil miydi sanki? Bu gelenek bize Osmanlı'da her değişikliğin ardından her yeni dönemin işareti olan cülus merasiminin ardından cülus (cülusiye) dağıtımı ya da ulufe dağıtılan hem de elçi kabul edilen divan olarak bilinen “büyük divan” veya “galebe divanı” olarak adlandırılan yerleri hatırlatırdı. Bu gibi dönemlerde kalemin kılıçtan daha keskin olduğuna dair atasözünün en belirgin olduğu olaylar yaşanırdı. Her neyse yazılan yazının içeriğinin ‘ne okuyordu ve neden okuyordu bir de nasıl okuyordu?’ soruları kapsadığını düşünüyordu. Hoş kalkıp ta eğitimini almakta olduğu kökeni Schuman Bildirgesi ile atılan ve Jean Monnet ile ilgili Avrupa Birliği (AB) ne yönelik bir soru mu soracaklardı? Ama konu şaşırtıcı bir şekilde buraya kadar uzatılmıştı. Teknokrat hiç bozuntuya vermez ve eğitim kurumunun memuruna sadece 'öyledir' diye cevap verir.

Düşünür ki koskoca ülkeyi yöneten ve yöneteceklerin neredeyse yarıya yakını buradan mezun olmuş, sembolü Hititlerden kalma bir güneş kursu, mezunlarından birçoğu birçok siyasi hareket içinde bulunmuş, hatta bir tanesinin başında koca ülke savaşa dahi girmişti. Hem daha I. Dünya Savaşı'na niye girdik? Kim soktu da bu hale geldiğimizin cevabını bulamamış bir neslin evlatları olarak nedenlerini hâlâ bilemiyoruz da bu da mı sorulacak sanki, başbakan olmuş mezunları dahi vardı, hoş kalkıp ta onları da çağırıp niye şurayı, burayı fethettin, niye aldın? diye mi soracaklardı, sahada kazandığımız savaşları bizim geleneksel ayıbımız olan masada mı kayıp edecektik, sanki hepsinden yenik mi sayılacaktık, ya da eğitim kurumunun kurulduğu tarihlerde ülkeyi kuranlar da vardı, ülkeyi kurtaranlar da, onlara da bu ülkeyi neden kurdun? diye mi soracaklardı sanki, olur mu öyle şey? diye düşündü, hiç te olmazdı ya diye düşündü ama,

Kendisine sorabilirlerdi, nitekim sordular da, bir gün kurumdan ‘sen ne okuyorsun bakalım?’ diye kendisine bir yazı gönderilir, teknokrat okuyandan ve yazandan nefret edildiğini iyi bilirdi, kural maalesef budur, hatta bir otobüste kitap okuyan bir adama otobüsün bütün yolcularının bulaşmaları ve sataşmaları sonucunda karakolda biten öyküsünü hatırlar. Otobüste aval aval oturup seyahat edeceğine bir koltukta büzüşerek kitap okuyan adama yolcuların kindar kindar baktıktan sonra yok şurayı elledi, şunu, bunu yaptı, şöööyle bir şu yöne bir baktı bahaneleriyle otobüsü durdurup adamı sille-tokat apar topar karakola nasıl yaka paça götürdüklerine dair ünlü bir hikâyeyle birlikte kitap okumanın zararları ile hele yazmanın sonucunda başına neler gelebileceğini ve ülkede ne anlama geldiğini çok iyi bilirdi.

Neyse teknokrat, resmi yazıdır cevap vereyim der ve 'usta' laşmak için çorbada benim de biraz tuzum olsun diyerek okuduğu bölümün adını 'Avrupa Birliği (AB) Hukuku’ diye yazar.

Keşke yazmaz olaydı, kurumda bir telaş ve koşuşturma başlamıştı neydi bu Avrupa Birliği, bütün yerlere soruldu, bilgiler toparlandı, aha tamam bulduk derler ve anlarlar ki ‘bu 66 senedir bizi almayan girmek için önünde zaman zaman el pençe, zaman zaman onurlu (!) bir şekilde durduğumuz bir türlü giremediğimiz yer imiş meğerse’ derler, yahu her ne b.k ise ahanda bulduk tamam derler, buraya giremeyişimizin nedeni her ne kadar gökyüzündeki yıldızların dizilişine dayalı astrolojik verilere kalmışsa da 'bu adamdır nedeni deriz' derler ama bunu bir de tescil ettirelim diye düşünürler.

Kurumda eski olsun yeni olsun bazı birimler ise bir yönetim değişikliğinde Gogol’un Müfettiş adlı ünlü eserindeki hayal gücü yüksek Ivan Hlestekov'u hiç aratmazdı. Genel olarak ‘görevden nasıl alalım efendimciler’ olarak bilinirlerdi. Öyle 'İdare Hukuku' imiş, şu hukuk, bu hukuk imiş hiç dinlemezler. Değişen her yeni yönetim için sanki masalarının bir yerinde duran hazır şablonları varmış gibi kılıf uydurma konularında pek maharetlidirler, kimin hangi şablona uyduğunu hemen bilirler, şablonu çıkarırlar ve bunu uygularlar, bunlar Mary Sheller'in 1818 yılında yazdığı bilimkurgu romandaki 'Dr. Frankeştayn' gibidirler, önce yaratırlar sonra da şikayet ederler, bukalemun gibidirler yani, bir orada bir burada, şaşılacak bir şekilde fikirlerini nasıl değiştirirler anlaşılmaz bir şeydir, hiç fark etmez kimin arabası en fazla gıcırdarsa ona binerler, Osmanlı’da olduğu gibi görevden aldıktan sonra sanki ülkenin doğusunun bu ülkeye ait olmadığı düşüncesi ile gelişmiş, kalkınmış olması yıllardır göz ardı edilen halk deyimi ile 'sürülecek yer' anlamında  ‘zorunlu ikamet’ gibi önlemlere gerek yoktu ama necip yönetimler bu konularda da âlâ yöntemler bulmada çok ustadırlar. Ancak zaten ortaya çıkan sorun da sonuç olarak açıkça fiili olarak neden uzun bir zamandan hatta 1800 lü yıllara uzanacak kadar süren bir zaman zarfı için AB ye neden girilemediği konusu değil miydi? Sorun gayet açık ve net olarak ortadadır. Yıllardır tutturmaya çalıştığımız Maastricht, Kopenhag kriterlerinden birini yazarsın olur biter, mesul da sorumlu da bu bürokrattır dersin olur biter, nitekim öyle de olur, bütün bunlara uyulmadığı için koca ülkenin AB ye girmesine engel olan bürokrat sırf bu nedenle sorumlu bulunur.

Bürokrat, yapmayın etmeyin ben mesul değilim, 1959 yılından bu yana bakın ne adamlar geldi geçti dediyse de kendini savunduysa da sözünü dinletemez, kurum, bütün bunlara dayanarak tez elden bunu görevinden alın ‘hem okursun hem de bizi 1839 yılındaki Gülhane Hatt-ı Şerifi'nden yani Tanzimat Fermanı'ndan bu yana girmeye çalıştığımız Avrupa'ya, günümüzdeki AB ye sokmazsın öyle mi?’ diye yazılar yazılır ve hal’edilir.

İşte odur budur bu teknokrat da sonuç olarak bugünlerde iyi ki de girmemişiz (!) de denilen ama temcid pilavı gibi astrolojik verilere dayalı olmasa da zaman zaman gündeme getirilen AB'ye giremeyişinin sorumlusu olarak ilan edilir. (!)

ARKEOTEKNO