OKSİDATİF STRESLİ BEYİN NASIL İHYA EDİLİR?

Beynin adapte olması anlamında ‘nöroplastisite’ özelliği nedeniyle sürekli kendini yenileyen bir organ olmasının yanısıra düşünce merkezi olması ve çoğu kez insanların bilinen bir sözün aksine ironik olsa da ‘düşünüyorum öyleyse yokum’ cümlesi ile kişinin psikolojik olarak toplum içinde daha çok marjinal bir kişiliğe eğilim göstermesi genellikle bir tükenmişlik sendromu içine girilmesi ya da bir acziyetin ifadesi olarak söylenir.

Düşünce ile yok olma ya da düşünce ile var olma her ne kadar bir felsefe sorunu olarak binlerce yıldır insanlık tarafından tartışılıyor olsa da beyinde bu nöroplastisiteyi sağlayarak düşünceyi oluşturacak nöronların yeni yollar kurarak bir ölçüde kullanılmayan nöron yollarının yani sinapsların yok ya da elimine olmasına karşın sürekli okuma sürecinde ve pozisyonunda olan insanların düşünceleri olarak Descartes’in ‘düşünüyorum öyleyse varım’ [2] sözünün haklılığı ‘var’ ile ‘yok’ olmak arasında gidip gelen günümüz insanının bir bilgisayarın çalışmasındaki gibi lojik devrelerdeki komponentler olarak sadece 1 ve 0 lı bitler gibi var-yok seçeneğinden başka hiçbir seçeneği değerlendirmeyen insanların durumunu da ifade etmesi, bir zafiyet olarak görülebilir.

Bütün soru ve sorunları arasında boğulmak aslında modern mantığın düzgün söz söyleme sanatı tanımı ile uyumlu olduğu görülürse de mantık ilminde birçok seçeneğin p ve q harfleri ile gösteriliyor olmasına karşın insanlığın yaşadığı 1 ve 0 lardan oluşan sorduğunuz bir malın reyonda olup olmadığını sorduğunuz bir market görevlisinin ‘rafta varsa vardır, yoksa yoktur’ demesi gibi sorunu çözmeyecek şekilde bir anlamı ifade etmeyen ‘var-yok’ gibi davranış modeli olarak diğer seçeneklerin inkâr edilerek ortaya konulamamasından kaynaklanan sonuçları, mantık bilimindeki birçok farklı önermenin olasılığa dayalı hükümlerine aykırılık teşkil eder.

Duygu yitimi ya da karakter aşınması olarak tanımlanacak bu kesinlik (precision) durumu ayrık (discrete) iki durum gibi var ile yok arasında değer kazanan ancak başta duygusallık ya da empati de denilen ötekinin yerine koymak veya tersi olan ötekileştirme olmak üzere başka hiçbir alternatife yol vermeyen insanoğlunun günümüzdeki yaşamını çok güzel ifade ederken, bu durum analog ve dijital anlamda bir benzeşimi ya da simülasyonu tanımlar.

Şimdi bütün mesele eğer ötekileştirilenlerin beyinlerini anlamak ve toplumsal sorunlara ortak çözüm bulmak ise bunun yolu bu lojik yaklaşımlardan sıyırılıp analoğa yani öze dönmek varken düşüncenin lojik olarak sadece monoton bir lojik devre gibi elektronik cihazların ‘aç-kapa’ olarak ya da ‘var-yok’ arasında kesinlik kazanan bir yaklaşımla ifade edilmesi toplumsal sorunların hiçbirine çare bulamadan toplumda ötekileştirmeyi ilke edinen toplumların tarihsel kötü âkıbetlerine mazhar olunmasından başka hiçbir sonucu doğurmaz.

Bu durum bizi ‘gerçek beyni anladık da mı yapay olanını anlayalım?’ diyerek son yıllarda pek moda olan ‘yapay zekâ’ denilen şeyin içinde belki de duyguyu da katacak şekilde bir gelişme ile birlikte toplumsal değerleri farklı olan insan topluluklarının örneğin bu zekâ türlerinde ‘adil’ olmaya yönelik değerlere göre hüküm verecek bir yapay zekâ makinesinin hangi algoritmalar ile kodlanacağının tesis edilmesindeki güçlük, yukarıda arz etmeye çalıştığım beynin nöroplastisitesi ile ilgili bir kavramda olduğu kadar gelişmeye kapalı düşünceyi temsil eden insan beynindeki sinaps yollarının elimine edilmesine yönelik yapay zeka ile verilecek hükmün hatalı olma tehlikelerini gözler önüne serecektir.  

Bu durum bizi, demek ki beynin gelişmesine yönelik olarak nöroplastisiteyi öne alan ‘düşünüyorsam varım’ sözünün gereği olarak bireylerinin arasında var olması gereken toplumsal uyum açısından beynin gelişimi için beyinlerdeki sinaptik bağlantıları sağlayarak yenileyecek nörotranmitter kimyasallarının kaliteli olmasına dayalı bir strateji içine girmemiz insan beyninin biyolojisi bakımından büyük önem taşırken bunun pozitif düşünceye olan katkısı yadsınamaz.

Şimdi bütün mesele beynin biyolojik yönden gelişiminin bu kimyasalların oluşturduğu düşüncenin beyin içinde iletimi anlamına da gelen nöro-ileticilerin ya da nörotransmitterlerin kalitelerinin yüksekliğine bağlı bir durum arz ediyorsa bunun yolu da bu kimyasalları geliştirmek ise insanların yerine getirilmesi gereken öncelikli konu beyindeki ‘oksidatif stres’ ya da ‘oksitlenme stresi’ denilen psikolojiyi ortadan kaldırmak olmalıdır.

Vücut hücrelerinin hasar görme süreci olan ve serbest radikaller ile antioksidanlar arasındaki dengesizlik olarak görülen ‘oksitlenme-oksidatif stresi’ başta Alzheimer, diyabet gibi kronik hastalıkların nedenleri olarak görülüyor olsa da bu durum insanda bazı durumlarda pozitif enerji de yarattığı öne sürülebilir.[3]

Demek ki bir yandan oksidatif stres denilen rahatsızlığı ortadan kaldırmak gerekirken diğer yandan da stresin tanımı olarak vücudun biyolojik ve de psikolojik denge bozukluğuna verdiği tepkinin ölçüsünü iyi tahlil etmek gerekir.

Stresin ölçülmesi durumunda bunun iki yolundan birincisinin stresin tetikleyicilerinin bulunması ve bu strese duygusal, biyolojik, psikolojik ve bilişsel olarak nasıl bir tepke verildiği stres tepkesinin ölçülmesi olarak bilinir.  

Bu ölçümü yapacak olan stresin iyi ya da kötü olması ile ilgili hususun ölçülmesi olarak bilinen Algılanan Stres Ölçeği (PSS, Perceived Stress Scale ), yaşamdaki rolün ne ölçüde stresli olarak algılandığının ölçülmesi, hayatın ne kadar öngörülemez, kontrol edilemez ve aşırı yüklü hissedildiğini değerlendirmek ve mevcut stres seviyesinin ölçülmesidir.  

Kalp atışlarının arasındaki sürenin ölçülmesi olarak HRV (heart rate variability), beynin düşünsel moddaki frekanslarını belirleyen Einstein’in bu modda çalıştığı bilinen 7-13 Hertz lik alfa dalgalarındaki potansiyel bir biyobelirteç olarak beyin dalgalarını ölçmek, adrenalin ya da kortizol seviyesinin ölçülmesi olan hormonal testler ile stres ölçümü yapılır.

Nörotansmitterlerin nöronlar arası bağlantıları sağlayacak yolların kurulmasında özgün madde olan kimyasallar olduğuna göre düşüncenin ya da birçok beyinsel rahatsızlıklara neden olan oksitlenme stresinin ortadan kaldırılması için farklı açıdan bakacak olursak etrafı denizlerle kaplı bir yarımada olan Türkiye’de 6-7 kilogramlık kişi başına düşen balık tüketiminin 25-26 Kg yıllık miktara denk gelen Avrupa ülkelerinin dörtte birine (1/4) eşit olması ya da yüzme bilenlerin oranlarının çok gerilerde kalması ve de gemi taşımacılığında dünyada 39. sırada olmamız bir yana sadece yaz aylarında kısıtlı bir vatandaş zümresinin yararlandığı geriye kalanın ise maddi olanaksızlık nedeniyle denizden haberdar olmaması nedeniyle suyu önemsememek gibi davranışsal bir mod içine giriliyorsa ve beyinlerdeki nörotransmitter kalitesini artıramamanın sonucunda toplumsal olarak bir talep ya da arz oluşturulamıyorsa davranışları etkileyen ‘oksitlenme stresini’ ortadan kaldıracak önlemler nasıl alınabilir?

 

ARKEOTEKNO 

[1] İhya: Eski durumuna getirmek, canlandırmak, diriltmek. Mutluluğa kavuşturmak.

[2} Cogito ergo sum

]3] Michigan Üniversitesi araştırmacılarının solucanlar üzerinde yapmış oldukları deneylerde bu stres tipine sahip caenorhabditis elegans yuvarlak solucanlarının daha uzun yaşadıkları ortaya konulmuştur.