Üniversite öğrenci sayısının o ilde üretilen üretim istatistiğine karşılık gelen tüketimin kazancına bağlayan bir yapısallık içinde hiç bir zaman bir üniversitenin gelenekselliğe dayalı bir kurum olarak işlemesi gereken gerçeğinden bahsetmeyiz. Üniversite bulunduğu yer ile özdeşleşen bir bütünlük sunması gerekirken kampüs mantığı içinde kendisini kendini fiziki duvarlar ile çevreleyen bir yapıya da hapseden bir yapının toplumun hiçbir sorununa çare bulmasını batı üniversitelerindeki gibi bekleyemeyiz. Sanırım Ernste Frisch'in bir sözüdür 'ben üniversiteleri penceresinden tanırım' derken ortaçağın o çift camlı pencereli yapılarının ne kadar geleneksel olduğunu vurgulamış, biz de bu sözü bugüne 'ben üniversiteyi onun tuvaletlerinin temizliğinden tanırım' derken paydaşları olan öğrencilerinin kalitesini ön plana almak isteriz.
Felsefe bir yana, gelenekselliği olmayan bir üniversite modelinin tutmasının mümkün olamayacağını söylememiz gerekirken bunun cevabının bizdeki yansımasını yine en iyi arkeoloji bilimi veriyor. İlk yerleşimin başladığı tarihin ilk kenti Sümerlilerin Eridu' su , Babillilerin Kanunları ve Astronomisi, Matematiği, Kozmolojisi, Mısırlıların Matematiği, Hititlerin Devlet Mantığı, Perslerin askeri dehalığı ve mimarisi, Greklerin pozitif bilime yol açan devrimsel düşünceleri bu topraklardan çıkmadı mı? Biz bugün Sümerli, Hititli, Babilli değiliz gibi bir düşünce tarzından öteye bu milletlerden kalan tek bir kadından bile üreyebilecek bir toplumun milyonları bulabilecek sayıda biyolojik üyeleri olarak kendimizi görmemiz gerekmiyor mu diye kendimize hep sormamız gerekir. Tamam kabul ediyoruz, kökenlerimiz belirli bir milletiz, Orta Asya'nın bozkırlarından kopup geldik Anadolu'ya ama yukarıda saydığımız milletlerin hepsi bulundukları ahali ile kaynaşabilen etnolojik yapılarının olduğunu hatta antik çağ tanrılarını (!) bile onlardan alarak onları kızdırmaya yanaşmadıklarını arkeolojik kayıtlar bize bildirmiyor mu?
Ulaşmak istediğiz nokta bu milletlerle bir illiyet bağı kurmak değildir, bu illiyeti kurmak isteyen kursun ancak bizim muradımız bu antik milletlerin sahip oldukları arkeolojik kayıtlar ile de tespit edilen özelliklerin bugün batı toplumlarının karakterlerinin temelini teşkil ederken bizim bunlardan hiç nasip almamamızın nedenlerini araştırarak bu bölgeleri kan gölüne çevirenlerin veya çevirmek isteyenlerin düşünce melekesini yitirmiş insanlar olarak nasıl bu halde olabilmeyi başarabildiklerini, kestikleri insanların kafaları ile top oynayabildiklerini, düşünce tarzlarını geliştiremediklerini, eğitilemediklerini, bindikleri kaçak sandal ve motorlar ile kaçmak istedikleri ülkelerin denizlerinde boğulabildikleri, tarihte ilk ticaretin başladığı yerler olmasına rağmen ekonomilerini geliştiremediklerini ve kendilerine yeni iş sahaları oluşturamadıklarının,(üniversiteyi bitirenlerin neden iş bulamadıklarının) temelinde yine arkeolojik buluntular ile ortaya çıkarılan toplumsal paradigmanın izah edilmesidir.
Sanki tarihteki ilk okulun Sümerlilerin Uruk kentinde olmadığını, yazmanların bu şehirde yazmayı öğretmek için ellerinde kırbaçlar ile (baskının okumayı önlediğini düşünenler de olabilir) okumayı özendirmediklerini, ilk vergi indiriminin bu topraklarda yaşayanların uygulamadığını , ilk tarımın bu bölgede başlamadığını, ilk kozmoloji ve kozmogoninin bu topraklarda ilim olarak kabul edildiğini, ilk kütüphanenin bu bölgede açıldığını, insanlığın yerleşimi olarak nitelendirilen neolitik devrimin bu topraklarda başladığını bilmiyormuşçasına bir makus kader zihniyeti ile nedense batılılar tarafından düşmenin göstergesi olarak 'doğulu' kavramı ile özdeşleşen bir aşağılamaya tabii tutuluruz da bunu bir kader olarak kabul ederiz.
Batı ülkelerinin hangi hava alanına giderseniz gidiniz bir doğulu ülkenin uçağı en uzak aprona konulur, ve bu apronun giriş kısmına ulaştığınızda mutlaka doğunun o kültürel farklılığını uçağın kapısından 50 metreden başlayarak hissetmeye başlarsınız. Bu havayı sevenlerimiz olabilir , bunlara da saygı duyulmalı ancak bu batılının doğulu ülkeler üzerindeki 'ex occidente lux' baskısından başka bir şey olmasa gerekir diye düşünmekteyiz. Halbuki doğu toplumlarında 'ex oriente lux' kavramının insanın ilk tarihinin başladığı dönem olan Sümerliler ile başladığını bilmiyor muyuz? Daha sonra gelen Babillilerin günümüzden tam 3774 yıl önceki kanunlarındaki 'ev sahibinin herhangi bir eşyası hasara uğrarsa, evi yapan kişi bunu ödeyecek, ayrıca işine özen göstermediğinden ve evi yeterince sağlam inşa etmediğinden ötürü evin yıkılmasına yol açtığı için kendi imkanlarıyla yeni bir ev inşa edecektir' maddesine rağmen Irak'ta bugünkü yakmalar, yıkmalara ne dersiniz? Göze göz, dişe diş yöntemi daha sonra bütün ülkelerin yasalarına tazmin maddeleri olarak geçmiş ve hapis ve tazminat kavramları modern yasalara girmiştir.
Peki bizim Anadolu'daki Hitit Devleti'ndeki Telepinu (M.Ö 1500) fermanlarının başlıcası olan ve kralın mutlaka Panku denilen meclise danışarak karar alması zorunluluğu bugün ki bizim sadece parti disiplini diyerek bağımsız parlamenter hürriyetini arkaya atan yapımız ile ne derece örtüşüyor?
Gerçekten de ışık doğudan yükseliyor, ancak bu ışık doğuyu değil de sanki batıyı aydınlatıyor gibi bir yaklaşımı öne sürersek sanırız bir yanılgıya düşmeyiz.
ARKEOTEKNO
Sayfa Yorumları (0)
Yorum Bırakın