ANLAMIN İFLASI

Son yıllarda kişilerin yanlış bir ifade bulunduğunda ‘sözlerim çarpıtıldı’ şeklindeki söylemleri geleneksel anlambilim (semantik) ve dilbilim kurallarını ortadan kaldırıyor.

Ben onu söylemedim sen öyle anladın veya ben öyle algıladım şeklindeki sözel olmayan sosyal medyada yazılan sözlerin ‘anlamlarını’ elektronik olarak sadece bit ve baytlardan oluşan harflerin meydana getirdiği kelimelerin birleşiminden ortaya çıkan sentetik ve robotik ruha sahip cümleler ile 'anlam' ın karşıya iletilmesi ne kadar yeterli olabilir ? 

Enformasyon teorisinin temelini atarak konuşmanın sembollerle telekomünikasyon hatlarından iletilmesini sağlayan mühendis Claude Shannon ile bu teorinin sosyolojik yönden anlamın günümüzde sosyal medyada emoji ve diğer şekillere dayalı sembollerle ya da tamam yerine 'tmm', anlaşıldı yerine 'OK' gibi ifadelerin kullanılması gibi -mış gibi yapmak anlamında simülasyon kuramının kurucusu Jean Baudrillard’ın ortak noktada buluştuğu bu nokta şüphesiz ki değerlendirilmesi gereken yeni bir toplumsal soruna doğru evrilmektedir.

Emoticons get more emotional, thanks to Berkeley psychologists | Berkeley  News

Yazıdan önce konuşmayı icad eden insanoğlunun söz ile iletişimsizliğinin ortaya çıkardığı ve ‘anlamın iflas etmesi’ olarak tanımlayabileceğimiz bu durum sadece beynin nöro-duygusal yapısı ile alakalı olmayan insan vücudunda psikolojik rahatsızlıklarla birlikte vücut ağrılarından tutun da kronik rahatsızlıklara kadar bir dizi hastalıklara neden olabileceği ispatlanmıştır. Bu rahatsızlıkların tespit edilmesi için Neuro Emotional Technique (NET) yöntemi kullanılır.

Türkçede ‘bilme yeri’ olarak bir kelime olan ‘anlak’ dan gelen ‘anlama’ nın tersi olan ve insan zekası ile bir ilgisi olmayan ve zeka gerektirmeyen ‘anlayamamak’ insanda fiziki rahatsızlık da oluşturur.       

Anlayamamanın ya da anlatamamanın bir diğer tipi de sanki cümlenin öznesi, tümleci ve yüklemi yokmuş gibi yeni çıkan bir moda da ‘konuşmamın devamına bakıldığında bu anlam çıkmaz’ gibi son derece anlam dışı bir söylem…

Cümlenin bizatihi kendine mahsus olan ‘kendi başına anlamlı kelimeler dizisi’ olması tanımına bir aykırılık, sanki edebiyat derslerinde hiç dokunulmamış bir konu…

Anlamdilim (semantik) olarak bilinen kavram, anlam, çok anlamlılık, eş anlamlılık, zıt anlamlılık, anlam daralması, anlam genişlemesi, bağlam, anlam değişmeleri gibi konular kapsamında inceleniyor olsa da yukarıda izah ettiğim hususun bu alanların hiçbirisine girmediği gayet anlaşılır bir husustur. Halbuki konuşmanın özünü bildiren gerçek anlamı konuşmacı nın belirlediği anlam olarak biliniyorsa da dilbilimsel (lehçe, yerel ağızlara görre anlam, bireyin dili...vs) anlamları anlamın tam olarak bilinmesi açısından çok önemlidir.       

Cümlenin yan cümlecikle anlam pekiştirilebilme özelliğine bir şey denilemezse de cümlenin gramatik yapısı içinde fikri belirten hüküm, cümlenin bütünün içindeki düşünce, duygu, oluş ve isteklerin var olması ile bir söz dizisi hüküm için gereklidir.

Cümleye ilave olarak gelen yan ifadeler ana cümledeki fikrin tali unsurları olur. Tali unsurlar ana fikir destekler. Bir cümlenin cümle olmasının gereği içinde özne ve yapılan işin oluşmasını sağlayan yüklemin olması o cümlenin bir anlam ifade etmesi açısından yeterli koşuldur.

Cümlenin anlamı ya da anlamsızlığını belirten özne, tümleç ve yüklem den oluşan bir cümlenin söylenmesi sonucunda ‘yanlış anlaşıldım’ şeklindeki ifadelerin şunu kastettim diyerek mecazi anlamların ancak ve ancak başka bir edebi söylem olan ‘şiir’ ile söylenebilmesi mevcutken şiirlerin mısralarında bu üç edebi unsurun kullanılması ise çoğu kez gerçekleşemez.

Demek ki bir ifadenin söylenmesinde varsa zımni fikrin anlamı her ne kadar bir çağrımsal anlam ifadesi ile söylenebileceği dilbilgisi kuralları ile doğru olabilirse de cümleyi söyleyen kişinin gerçek fikrinin İsveçli dilbilimci Saussure'ın dediği gibi sözün dil (language) ile birlikte parolası (parole) olarak tanımlanabilir. Cümlenin parolası çoğu kez zımni olarak ifadenin hükmünü belirler.   

Düz bir yazıda veya bir söyleşide söylenen sözlerin gramatik yapısı güçlü ise ya da cümleler içinde kullanılan kelimelerin kişisel yönden anlamsal olarak ortak bir paydası varsa yanlış anlaşılma riski hiçbir zaman gerçekleşmez.

Cümlenin bir sözden, sözcükten, simgeden, bir olgudan ya da davranıştan anlaşılan şey, bunların insana anımsattığı düşünce ya da nesne’ şeklindeki anlamın (dilbilim) ya da mananın tanımı öz, yan ve mecaz olarak üç başlık altında toplanır.

Test sınavlarında anlama oranı doğru cevap sayısının toplam soru sayısına oranının 100 ile çarpımı olarak veriliyor olsa da sorulara verilebilecek gelişigüzel cevapların doğru olma ihtimali anlamsızlığı ortaya çıkarırken anlamın yok olmasını sağlar.

Düz yazının anlamının ise karşı kişinin algılamasına göre değişebileceği durumlarda bu kez de kişiler arasında görsel, işitsel, dokunsal, koku ve tat ile duyumsama yetilerinin anlamı ne kadar algıladığına bakmak gerekir.

Öyle ya bütün bu duyumsama algıları oluşturan biyolojik niteliğin demek ki bir cümleyi anlamlandırılmasında önemi vardır. Örneğin farklı kültürlerde farklı beslenmeye dayalı algıların da farklı olması son derece doğal bir sonuç olarak cümlelerdeki anlamı algılamanın biyolojik kökenlerinin de olduğunu ortaya koyar ki bu farklı ulusların konuları farklı algılıyor olmasındaki farklılıkların en temel göstergesi olarak bilinir.

ME & MY THOUGHTS: 305. Perception Differs!!!!!!

Bunları örnekleyecek olursak;

Balık tüketmenin, yemenin balığın derisindeki fosforun görsel algıyı yükseltiyor olması yok varsayılabilir mi?

Duyma bozukluğu rahatsızlıklarının yanında insan psikolojisinin etkilenerek olumsuz bir nörotik yapıya sahip olunmasının işitsel algılamaya etkisinin olmadığı söylenebilir mi?

Ya dokunma, giderek yaşlanan bir insanın derisindeki dokunsal hassasiyetin kaybolmaya yüz tutması bir meyveyi bile elinde tutuşunda uzun yıllara yayılan ve yaşanan algı farklılığını izah etmeye gerek var mı?

Bir domates ya da salatalık kesildiğinde evin uzak noktalarına kadar giden kokusunun algılanması ne kadar geçmişte kaldı ise çiçekçilerin bir papatya demeti yaptıktan sonra üzerine bir aerosol kutusundan fışkırttığı papatya esansı kokusunun günümüz algısına papatyanın, papatya olması gerçekliğinin ötesinde simülasyon tanımı olarak –mış gibi yapıyor olmanın ön plana alınması gibi cümlelerin de anlamlarının algılanamaması sonucunu ortaya koymaz mı?

Bütün bu değerlendirmeler bir ifadedeki tarzın içinde anlamın hala var olduğu ancak karşımızdaki algılama problemleri anlamın bütünlüğünü bozuyor olmasını ortaya koyuyor olsa da anlambilim (semantik) hala vardır.

Bu anlam önceleri söyleyen tarafından ifade edilmesi gereken bir hüküm iken bugünlerde anlam karşı kişinin algısına dayalı bir hükm-i karar haline geldiği oranda hiç kimse ne dediğini bilemeyecek derdini anlatamayacak bir psikoz içinde günümüzde yaşamakta olduğumuz iletişimsizlik sorununu daha da büyültecek bir konu olarak toplumsal bir başarısızlık olarak insanlığın gündeminde hep olacaktır.

Eğer dilbilimci Sussure’nin dediği gibi cümlelerin içinde kelimelerin anlamlarının ötesinde toplumun bütününün ortak paydası olacak şekilde bir parolası varsa anlam anlaşılabilir.

Bunun aksine anlamın, karşı kişinin algısına en son bırakılacak bir husus olarak şahsi bir mesele olarak ele alınması gerekir. 

ARKEOTEKNO