VARLIĞI VE YOKLUĞU DERT OLAN ‘SU’
Bugün 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü olarak kutlanıyor. Bu yazımızı günün anısına olarak 'su' ile ilgili tarihsel değerlendirmelere ayırdık.
Su kelimesi köken olarak ‘suv’ dan gelen ve eski bir Türkçe kelime olarak sulu anlamına gelen ‘coc coc’ [1] ve ‘corcor’ olarak bilinen ve Anadolu’da ‘pahar’ kelimesi olarak bildiğimiz su kaynağı ‘çeşme’ kelimesinin kökeni ‘horhor’ ve yöresel olarak da ‘çağlayan’ anlamına gelen ‘şorşor’ kelimesine dönüşmüş halidir. Anadolu’da bu adla bilinen dereler mevcut olup harıklarla sulanan bahçelere gelen suyun yüksek taşlardan aşağıya doğru aktığı yerlere de şorşor denilir. [2]
Pers kralı Serhas'ın (Xerxes), m.ö. 486-465 yılları arasında Anadolu'ya gelerek Dardanelles (Çanakkale) boğazından antik kıta Yunan yarımadasına gitmek için karşı kıyıdaki Abydos'a 3 ya da 5 milyon asker olduğu düşünülen ordusunu geçirmek için 'denizi askerlerine dövdürmüş' ve;
“Deniz, deniz, sana bu cezayı efendin çektiriyor, çünkü ondan hiçbir kötülük görmediğin halde, sen ona kötülük ettin. İstesen de istemesen de Büyük Kral seni geçecek. Hiç kimsenin sana kurban kesmemesi haklı, çünkü sen suları pis ve acı bir dereden başka bir şey değilsin'
diyerek gemileri yan yana halatlarla bağlayarak yaptığı tarihin ilk deniz üstü köprüsü ile askerlerini Çanakkale Boğazı üzerinden Avrupa kıyılarına geçirmişti.
Türklerin Orta Asya bozkırlarından akınlarla gelerek Anadolu'nun batısındaki Ege Denizi'ne ulaşmasından tam 600 sene önce Hunların Tuna Nehri'nin öte yakasını elinde tutan Roma topraklarına geçemeyişleri ise su ile ilgili yine ayrı bir tarihsel hakikat olarak belleklere kazınmış bir husustur.
FIRAT NEHRİ
Akan su kültürü sistematik olarak yazılı tabletler olarak ele geçen Sümer tabletlerinde sıkça gördüğümüz 'EA' sağ omuzunda Fırat nehri (Parato) sol omuzunda ise Dicle (İdigna) ile tasvir edilmişti. Daha sonraki Mezopotamya topluluklarında adı kurnaz ENKİ olan EA, aynı şekilde su ile ilgili birçok mitolojik öyküye konu olmuştu. [1] Sümercede Buranon, Akkadca’da ise adı Pu-rat-tu olan Fırat Nehri’nin adının etimolojik kökleri geçmesi kolay sınır anlamına da gelen huperethuua kelimesi ile Farsca’ya kadar uzanır. Romalılar da Fırat Nehri'ni doğu sınırının başlangıç hattı olarak belirlemişti. Nehir kelimesinin ise Naharina olarak Fırat ve Dicle Nehirlerinin ortak adlandırması olarak Sümerlere kadar uzanır. Bu kelime Grekçe bir kelime olan Mezoptamya kelimesinin yerel söylemdeki Naharina olarak tam karşılığıdır.
KOLLARINDAN FIRAT VE DİCLE'NİN SULARI AKAN ENKİ / EA (SÜMER MİTOLOJİSİ)
Hitit tabletlerinde yazılı olarak ele geçen 'ekmeğini ye suyunu iç' sözünün 'ninda-an ezzateni watarra ekutenni' transpikasyonu olan watarra kelimesinin karşılığı olan İngilizce su 'water' veya Almanca 'wasser' kelimesi ile benzerliği ezzateni ile yemek anlamına gelen 'ezzat' ya da Hattuşaş'da ele geçen bira kazanları nedeniyle Hititleri günümüzde en fazla bira içen milletlere bağlama acziyeti Hititlerin Anadolu'nun tam ortasındaki bir coğrafyadan bir gecede ortadan kayboldukları iddiası kadar itibarı olmayan bir beyhude düşüncedir.
Hititlerin bu ünlü sözünde geçen 'ekmek' ‘ninda’ kelimesi ise 'eincorn' ya da 'emmer' buğdayının öğütülmeye başlandığı Neolitik Çağ ile, 'su' yun ise ise Paleolitik çağdan bu yana insanoğlunun kaderine hükmetmiş ve bugüne kadar gelmiş en eski besinler olarak bilinir.
‘Su’ güzel söze hoş, kötü söze karşı ise molekül yapısını bozarak tepki verirmiş.
Kimyasal yönden 2 Hidrojen ve 1 Oksijen birleşince su oluyorsa da nicelik olarak ağır olmayan ancak nitel yönden ağır olan su, kimyasal bir deyişle döteryum, bolca bulunduğu için Almanya Polonya'ya II. Dünya Harbi'nde saldırmıştı. İçindeki ağır Hidrojeni 1931 yılında keşfeden Harold Urey, bu suyun adını lise çağlarındaki çocukların beyinlerinde nedense suyun fazla ve kilo olarak ağır olanına denildiğini zannettikleri bu buluşu, kimyasal bir terim olarak ‘ağır su’ olarak adlandırılmıştı. Halbuki kimyada ağır su İngilizce olarak 'heavy water', teknolojik olarak ise 'deuterium oxide' olarak bilinir.
Hafifi de ağır olanı da sorun olan su, Türk tarihinde biraz da mitoloji kokan Issık gölünün kuruması efsanesi ile Orta Asya'dan ayrıldığımızı düşünmemize dayalı batıya doğru kitlesel ilerleyişe neden olduğu her ne kadar dillendirilirse de ünlü tarihçi Z. Velidi Togan’ın buna 1932 yılında bir tarih kurultayında karşı çıkması sonucunda Türkiye dışına gitmesine neden olduğu bilinir.
Buna rağmen Türk tarihinde ilk kez Çaka Bey ile başlayan küçük sal tipi gemilerin Ege Denizi’nde adını yine bir kara hayvanından alan Koyun Adaları civarında gören Bizanslılar bu duruma oldukça şaşırmışlardı. Halbuki Çavuldur oğlu Çaka Bey’de Orta Asya Steplerinde kıyısında bir göl bulunan bir köyden Sultan Alparslan’ın ordusuna katılarak Anadolu’ya gelmiş ve 1078 yılındaki Koyun Adaları Savaşları'nda esir düşerek Nobilissimus (en asil) unvanıyla Bizans Sarayına alınmıştı.
Bizde denizlerdeki adalara kara hayvanlarının adını vermek sanki bir tarihsel gelenek halini almıştı.
Girit adasının sahil kentlerinde yaşayan Rum halkın, adanın Yunanların eline geçmesinden sonra adanın iç kesimlerinde dağlık bölgelerde yaşayan ve adanın el değiştirdiğini neredeyse günler sonra haber alan bozkır-dağ yaşamını seçen adadaki Osmanlı Türklerinin adadan gemilere bindirilip Anadolu’ya gönderilmesi tarihi bir olaydır.
Midilli adasında doğan Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa dönemini hariç tutarsak açık denizlere doğru gitmedikleri ve fethettikleri adalara Anadolu'nun içinden halkı getirip iskân ettirdikleri ve adaların en orta yerlerine yerleşerek tekrar Anadolu'ya geriye dönecekleri günlere özlem duymaları nedeniyle tarihte hiçbir zaman Osmanlı'da bir ada kültürü oluşamadı.
EŞEK ADASI BEYŞEHİR GÖLÜ / KONYA [3]
Anadolu’nun merkezinde Konya'da bulunan Beyşehir Gölü’nün ortasında ve Çeşme açıklarında bir de Ayvalık’ta olan Eşek Adası ismi adalara eşeklerin terkedilmesi nedeniyle bu adı almıştı. Bu hayvanlar zaptedilemedikleri için uzun yıllar bu ıssız adalara bırakırlardı ki kimseye zarar vermesinler. Böylece ismini tavşan adası taktığımız yere tavşanları, yaşlı ve huysuz eşekleri eşek adını verdiğimiz adalara hayvan yerleştirme geleneği gelişti. Antalya açıklarındaki ‘sıçan’ adasını da unutmayalım. Sıçan Adasının adı da tarihsel kronolojik sıralamaya göre Lir müzik aletinin gövdesine benzemesi nedeniyle Lyrnateia (şilyak takımyıldızından adını alır.) [4], Attelebusa (Romalılar döneminde çekirge anlamına gelirdi), Renathia (yeniden doğmak, renatus), Güvercin Adası, Kuş Adası, Rasat Adası olarak geçiyor. Türk tarihinin ilk amiralı Çaka Bey'de Koyun Adaları açıklarında Bizanslılar ile savaşmıştı. Ne kadar da karasalcı adlandırmalar değil mi?. Sonuçta adalarda huysuz hayvanlar yaşar fikri genel olarak gelişmeye başlamıştı.
SIÇAN ADASI (LYRNATEIA) / KAŞ / ANTALYA
Ada adlarını kara hayvanları adları ile adlandırdığımız tarihsel bir geleneğimiz olarak görülür. Ada adlarını deniz canlılarının adları ile adlandırdığımız ise pek enderdir. İstanbul’a en yakın ada Kınalıada çok dağlık olması uzaktan kızıl olarak görülen makilerle kaplı olduğundan ve karadaki toprağından bu adı almıştı. İlk yerleşimcilerinin Pelasglar olduğu halde Grekçe adı Lesvos olan Midilli adasının adını dahi adada yetişen Midilli (Mytilini, Pony) atları dolayısıyla vermiş olmamız karşısında adanın anısına verilen bu adı I. Dünya Savaşı’na girmemize neden olan iki zırhlıdan biri olan Breslau zırhlısına vermiş olmamız unutulmaması gereken bir husustur.
Zaman zaman dönerci dükkânları önlerinde uzun kuyruklar ile görülen kalabalığın bir balık lokantası önünde görülememesi nedenini, yukarıda arz ettiğim adaların Osmanlı'nın elinde olduğu dönemlerde halkın adaların kıyı yerleşimlerinde değil de iç kesimlerindeki dağlık ve ovalık karasal alanlara daha fazla rağbet edilmesindeki yerleşim seçme kültürü ile paralellik göstermesine bağlarım.
Ege ve Akdeniz derken Marmara’yı hesaba katmamanın sonucu mülaj olarak ortaya çıkmış olsa da dünyanın en kirli denizi unvanını elinde bulunduran Karadeniz’in derinliklerindeki çürük yumurta kokusu (H2S) ve 100 metre derinlikten sonra hiçbir canlı bulunmayan Orta Avrupa’nın Tuna üzerinden pisliğinin depo görevi bulunan yapısına karşın yeni bulunan doğalgaz rezervleri kendisini bir kez daha antik çağ efsanelerinden sonra tekrar gündeme getirecek gibi görünmekte.
Manavgat çayının 1 saatteki hezeyanının (su akışı, debi) en yüksek 1100 metreküp olduğu suyu Ankara’daki Kurtboğazı barajına taşısak 2 günde baraj tam olarak dolar. Petrolü çöllerden borularla denizlere taşıyan insanoğlunun gelecekte su savaşı olacağını ve en önemli stratejik madde olan su için neden böyle bir yola gitmediği bilinmez ama KKTC ye taşınan suyun da böyle bir düşünce sonucunda ortaya çıkmış olduğunu, bu şekildeki bir su iletimini Ege Denizi'ndeki en yakın adalara lojistik, stratejik ve tarihsel olarak yapılmamasının ise günümüz karmaşık coğrafyasının temel nedenlerinden biri olduğu söylenebilir.
Evlerde kullanılan İtalyanca damigiana kelimesinden gelen büyük gövdeli küçük boyunlu damacana ların bizde 19 litre olması 5 galonluk Amerikan standartına karşılık gelen kalıpların kullanılıyor olmasına karşın sadece içindeki suyun yerli olması ile birlikte bazı marketlerde ithal suyun da satılıyor olması suyun da küreselleşmenin gadrine uğramasından başka bir şey değildir.
Damacana adının orijini ise Dame Jeanne olarak bilinen Leydi Jeanne kelimesine dayanır. Efsanesi ise şöyledir.
NAPOLİ KRALİÇESİ JEANNE (d.1325-ö.1382) [5]
‘Napoli kraliçesi Jeanne 1347 yılında Provence ilçesinden geçerken bir fırtınaya tutulur ve Saint Paul la Galline Grasse mezrasındaki bir cam ustasının evine sığınır. Geceyi bu evde geçiren kraliçe sabahleyin matara yapan bu cam ustasının atölyesini ziyaret etmek ister. Bu durumdan rahatsız olan cam ustası bir cam baston ucunda toplanmış sıcak bir cam eriğine bu kızgınlığından dolayı o kadar fazla üfler ki o anda herkesin hayran olabileceği bir devasa şişe yapmış olur. Cam ustası daha sonra beğendiği bu büyük cam şişeyi pazarlamak ister ve kraliçenin onuruna buna Reine Jeanne adını verir. Ancak daha sonra adını Dame Jeanne (dam can olarak okunur.) olarak değiştirir ve bir hasır sararak bu şişeleri pazarlamaya başlar. O gündür bu gündür bu damacanalar kullanılmaya başlanır. Damacana hakkında başka bir etimolojik köken ise İran’daki Damghan kentinde yapılan camların ünlü olmasından dolayı şehir adının bugünkü damacanaların isim babası olduğu yönündedir. Bunlara Türklerin damacana, Arapların damagana, Katalanca damajana, İspanyolca damajuana Fransızca ise Jeandame dedikleri bilinmektedir.
Su filtresi satıcılarının bir teknolojik hilesi olan suyu test etmek şeklinde bir ızgaraya bağlı tel üzerinden suya batırılmış ızgaraya telin ucundan elektrik vermek suretiyle suyun birkaç dakika içinde kırmızı bir pas rengi alıyor olmasıdır. Daha çok evden akan suya uyguladıkları bu yöntem ile gösterdikleri kahverengi su fazlasının toksik olduğu ve tıbbi adı Hemokromatozis olan aşırı demir yüklenmesi paslı bir su şebekesinden içilen su gibi insanda rahatsızlığa neden olabilir. Daha çok eski paslı su boruları nedeniyle oluşan bu su ile yıkanan sebzelerden de yüksek oranda demir emilimi olabilir.
İnsan hücresindeki su kaybından dolayı ölür. Bundan dolayı günde 2 litre su içmek gerekir. Bu durum 60 yaşından itibaren ise şiddetle tavsiye edilir. Dünyanın en fazla yaşayan hayvanı olan Fil, günde insanın 100 katından daha fazla su içerken bundan dolayı fillerin 200 yıl yaşadıkları gerçeği tartışılması gereken bir biyolojik araştırma konusudur.
Su ile kültür arasındaki ilişki yüzyıllardır sürmekte. Dünyanın en büyük ve gelişmiş kentleri hep bir su kütlesinin yanında değil mi?
Denizde kıyısı olmayan dolayısıyla müsilaj sorunu da olmayan İsviçre’nin dünya su topu şampiyonasında birinci olması ile birlikte sulak alanlı yerleşimlerin çevresinde oturan insanların daha uzun boylu, zekâlarının daha gelişmeye açık olması,[6] kansere yakalanma riskinin az olması hatta bir atom bombasına karşı koruma kalkanı oluşturacak kadar maddenin denizlerdeki iyotun olumlu etkisini söylemekle birlikte suyun kültür, kültürün ise su olması hiçbir zaman unutulmaması gereken bir gerçek olduğu gayet anlaşılabilir bir husustur.
Yağmur olsa yağsa da dert, yağmasa da dert olan suyun kuraklık ve çölleşmeye karşı olan hikâyesi böyle…
ARKEOTEKNO
[1] İ.Zeki Eyüboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü
[2] Elazığ’da Şorşor Deresi gibi.
[3] https://www.cnnturk.com/2010/turkiye/09/26/esek.adasi.tavsan.adasi.oldu/590922.0/index.html
[4] Lir, efsanevi müzisyen Orpheus (Orfe)'un enstrümanıdır. Bu sayede Orpheus, karısı Eurydice'i (Yurodis) ölüler diyarından kurtarmaya çalışır. Liriyle karısına yaktığı ağıt yeraltı tanrısı Hades'i bile etkilemeyi başarır ve Hades Eurydice'in yeryüzüne dönmesine bir şartla izin verir. Orpheus yeryüzüne gidiş yolu boyunca arkasını dönüp karısına bakmayacaktır fakat içindeki şüpheye yenik düşen Orpheus yolda arkasına dönerek karısına bakar ve böylece Eurydice'i sonsuza kadar kaybeder. Yeryüzüne döndüğünde kendisine aşık kadınları reddeden Orpheus ise bu öfkeli kadınlar tarafından parçalanarak başı nehre atılır. Kendisini bulan periler onu gömdükten sonra lirini gökyüzüne yerleştirerek Lyra takımyıldızını oluşturur.(wikipedia)
[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Damacana#:~:text=Damacana%20kelimesi%20%C4%B0talyanca%20damigiana%20kelimesinden,Leydi%20Jeanne)%20ifadesinden%20geldi%C4%9Fi%20san%C4%B1lmaktad%C4%B1r.
[6] Japonların boylarını uzatmaları ve zekalarının gelişimi yaşadıkları coğrafyadaki iyotun bol olmasına da bağlanır.
Sayfa Yorumları (0)
Yorum Bırakın