GÜMÜŞHANE’NİN İÇİLESİ SUYU OLAN HARŞİT ÇAYI’NDA ÇİMMEK
Yedikleri cevizler ile tıstımbıl olan cılbağalar, dığalar ya da yekdiler heçbir zaman gamo dığalar gibi böbürlenmezlerdi. Yörenin kavlanmaları ile ünlü musdurlu yaşlıları ise mazannileri heç hazmetmezlerdi. Heç bilmezlerdi ki adlarının anlamı öz Türkçe cılız ve kurbağa anlamına gelen bağa/baka kelimesi ile birleşiminden oluşan Doğu Karadeniz Bölgesinde ‘cılbağa’ ya da ‘cırbağa’ olarak söyleniş şekli ile zayıf, çelimsiz, cılız kurbağa anlamına geldiğini.
Onların en yaramaz olanlarına ve kendisinden şüphe edilenleri ise Osmanlıcada ‘mazanni’ olarak adlandırılırdı.
GÜMÜŞHANE HARŞİT ÇAYINDA SAZAN BALIĞI
Ailelerin üçüncü çocuklarının ‘tırakoş’ olarak adlandırıldığı, Sorda’nın Ağcagala burnundan Gümüşhane’yi Torul yönüne doğru terk ettiği geçmişte Osmanlı’nın en büyük darphanesinin bulunduğu Palu Canca Mahallesi yönündeki Hacıemin Mahallesine kadar olan bahça ve bu bahçaların sulanması için kullanılan harıklardaki zibillerin, ağaçlardan savrulan gazellerin ve Harşit'ten yolunu şaşırarak bahçalardaki harıklara dolan balıkları temizlemek için kullanılan zafellerin çarpma hışırtılarının arasından akan yatağı antik Roma zamanından bu yana süsleme amaçlı olarak kullanılan podima taşları ile havzası dolu içilesi suyu olan 160 Km uzunluğu olan ünlü Harşit Çayı’nın birçok gavrik çizerek geçtiği bölgelerde çimerlerdi.
HARŞİT ÇAYI’NIN ÜNLÜ PODİMA TAŞLARI
Çimmenin ıslanmak demek olduğunu bilen bu cılbağalar, eğer dereye bent yapılmış suyun geriye doğru yaslanması ile göl haline gelen az sayıdaki bölümlerin akıntı olmayan kıyılarında ise büyüyerek kurbağa olacak kara kuyruklarını sallayarak akan suyun kenarında bulunan küçük küçük gözemsi su birikintilerinde hızlı hızlı yüzen kepçeler, iribaşlar ve vücutlarına değerse ‘sigil’ olacağına inandıkları sırtı kabuklu anlamına gelen habitat kaybı nedeniyle soyu şimdilerde tehlike altında olan erkek kurbağalarının ses torbalarını patlatırcasına vıraklamaları arasında heç korkmadan yüzerlerdi. Bu kurbağaların zayıf olanlarına da bir deyimsel benzetme olarak Türkçe’de cılız çocuklar da ‘zayıf kurbağa’ anlamına gelen az da olsa yaramazlığa eğilimli olarak bilinenleri ‘cılbağa’ olarak adlandırılırdı.
Bahçalarının dibinde çimenlerin devamsuz sahipleri tarafından katalandığı bu cılbağalar, sanki evlerinde analarının onları harmutlanmış ılık suyun bulunduğu tahta çatlağının teneke ile perçinlendiği yundukları teknenin içinde sabunlu başlarına anasının hamam tası ile hafifçe vurmasına rağmen çıkan tok sesi duyarcasına ayamın en güzel açtığı günlerde dahi soğuk olan Harşit’in sularına kolları yukarıya çekilmiş derilerindeki boncuk boncuk titreme tomurcuk belirtilerine aldırmadan dişleri zangır zangır birbirine çarparak gıkırcımlı halde kadim çağlardan kalan devasa Harşit'in ünlü podima taşlarının üzerinden çivilemesine tatlı suyun içine tumulurlardı.
HARŞİT ÇAYINDA ÖLÜ SAZAN BALIKLARI (13 TEMMUZ 2022)
Bahçalarının dibinde bugünlerde balık ölümleri ile anılan o zamanlar içilesi suyu olan ünlü Harşit Çayı'nın soğuk sularında dişleri kemençe gibi çalarak çimen bu cılbağalar, bahça sahaplarının ‘ula ne ediysiz’ diye uzaktan gelen davudi seslerini duyunca sanki bahçanın sahabı da derenin sahabıymış diye düşünerekten daşların üzerinde duran işlik ve pırtılarını toplayarak derenin gıyısındaki daşların arasından parpazlanarak başları ıslak ıslak suların taşların arasından hışımla aktığı ve torlarla sazan balığı avlayan insanların tarafındaki yenişe doğru segürtürlerdi.
Ne bahçaların sahabı ne de bu cılbağalar heç düşünmezlerdi ki mertekler ile bir set yapılarak korunduğu şimdilerde ise adeta bir beton kanalı halindeki görüntüsüyle kıyılarına vuran bugünlerde ölümlü balıkları olan Harşit havzasının azgın suları ve etrafındaki söğüt ağaçlarının da hepsinin sahabı da devletti.
Bu cılbağalar, bir yandan çimerken bir yandan da analarının ‘aban gurban olsuun’ diyerek sazah başlamadan kendilerini evlerinde karşılayacak hafvlenmiş analarının kollarının derilerine atacakları bir cırnah ile ortaya çıkacak beyazlığın o suları bembeyaz akan içilesi suyu olan Harşit’te çimdiklerinin emaresi olan derilerindeki beyaz izlerini nasıl gidereceklerini düşünürlerdi. Gözleri Harşit’in soğuk suları nedeniyle kan çanağına dönmüş ferleri tükenmiş bu cılbağalar, balık ve kum kokulu içilesi Harşit’in soğuk sularında peklenirler ve analarının ‘derede yüzdüklerini anladığının emaresi olan’ kollarını cırnahlayacağı beyazlıktan Harşit’in ne kadar pak olduğuna delalet ettiğini düşünerek akşama eve nasıl döneceklerini aralarında konuşurlar, çimdikleri Harşit’in içilesi suyundaki balık kokulu kumları ve kum kokulu balıklarından sinen kokuyu nasıl gidereceklerini düşünürlerdi.
Harşit’te onculağız çimmeden ne çıkardı ki sanki?
Bunlardan bir tanesi akşam ezanı okunduktan sonra eve girilmez diyen baba desturuna uyarak ikindiye doğru eve döndüğünde anasının Harşit'te çimdiğine yönelik haflenmesi, cısgalın hemen önünde bekleyen ve kendisine koşan boğazında bir hışı olan zağar ın havlaması ile daha da korkuya kapılmıştı. Zağarın kapısında beklediği ahbun kokulu ahırlarında anasının baktığı iki ineğinden bir tanesi bir tosga gibi iri, diğeri ise bir balak gibi çelimsizdi. Siyah üzerine adeta desenliymiş gibi örülmüş beyaz puanları olan tosga olanı akşama doğru Mavrangel çayırlarında otlandıktan sonra çobanın Sorda’ya dönmesi ile belki yüzlerce hayvan içinden toprak yolda onca hayvanın çıkardığı toz bulutu içinde arkasında uzun bir kilitleme mandalı olan ve yolu gözlemek için üzerinde yola bakan bir de büyük delik bulunan ahşap ganatlıyı görür görmez mal veya davarın içinden ayrılır sanki ‘beni niye dağlara gönderdin’ der gibi acıklı acıklı böğürerek sahabı olan cılbağaya doğru koşardı. O zamanlar her ailenin evinin önünde halkın geçtiği yollara bakan bir ganatlısı olurdu ve ganatlılar ailelerin adları veya lakapları ile tanınırdı.
Başında bürüğü olan hudikli anası aha tam da ahbun kokulu söveleri yer yer dökülmüş tavanı mertekler ile kaplı mereğin yanındaki ahırın önünde onu bekliyordu.
Anasının kollarını cırnahlayacağını düşündü. Zağar sürekli havlıyor, çobandan dönen ahırdaki alafların arasından başı görünen tosga, O'nun doluklu sesini duyunca böğürmeye başlamıştı.
Onca bağrış arasında sanki al basdiye yakalanmış gibi doluklanmıştı. Anasının patiskadan yaptığı cıcıhlı lastikli çamaşırını Harşit’in ayna gibi parlayan iri podimalarına vura vura kurutmuştu ama pantolunun arkası hafifçe ıslaktı, Harşit’in pak sularının çarpması nedeniyle gözleri kan çanağı haline gelmişti.
Zağarın sevinçten havlaması tosganın böğürme sesleri altında cisgal dan hemen sonra badalı geçerek elleri biraz önce gavuttan bembeyaz goşik yapan anasına doğru koştu.
Anası gavut ya da lemis ya da siron belki su böreği açmıştı diye düşündü. Yok yok kesinlikle daha fazla unlu olan Gümüşhane'de çorbası yapılan ünlü mantı hamurunu yoğurmuş ve kesmişti diye düşündü. Anasının köyneğinin kollarının dirseklerine kadar kıvrık olan her iki eli dirseklerine kadar bembeyazdı, anladı ki anası kolunu cırnahlamayacak anasının elleri kolları unlu olduğu için.
İçinde sanki altın varmış gibi pul pul taneler olan sarı ince kumlarından anlamıştı anası çimdiğini Harşit’te. Üzerinde paslanmış demir kitleme delikli kancası olan naylon ayakkabısının üstündeki boşluklardan çıkan içinde pul pul parlayan altınımsı tanecikler ve yere bastıkça naylon ayakkabısının gözlerinden fışkıran Harşit’in suyu ile sazan balığı kokulu ince kumları ele vermişti O’nu ama anası heç oralı değildi sanki.
Anası kolunu da cırnahlamamıştı. Bir şey de dememişti.
Dosdoğru ayaklarını yıkaması için evin içindeki çimecah’a getmesini istedi anası. O zamanlar heçbir kimse ayağını yıkamadan eve giremezdi.
Zağarın peşine takıldığı, tosganın sesini duyunca böğürmesi Harşit’te yaptığı çimme kaçamağı ana yüreğinin engin hoşgörüsü nedeniyle affedilmiş olduğunu o yaşında heç de anlamamıştı. İçilesi suyu balık ve kum kokan Harşit’te çimme kaçamağını ana yüreğinin ulviliğine, kim bilir belki de zağarın heslenmesi ve tosganın göresmekli böğürmesine borçluydu.
ARKEOTEKNO
Not: Bu yazıda Gümüşhane yöresel dil öğeleri kullanılmıştır.
Sayfa Yorumları (0)
Yorum Bırakın